Araştırma Merkezleri Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Yayın Bulut bilişim teknolojileri ve Buluta göç hesaplama yöntemleri / Cloud computing technologies and cloud migration calculation methods(T.C. Maltepe Üniversitesi, 2024) Serdar, Şefik; Şahinaslan, ÖnderBu tez çalışması, günümüzde işletmelerin karşılaştığı dijital dönüşüm zorluklarına yanıt olarak bilgisayar mühendisliği perspektifinden bulut bilişim teknolojilerinin kullanımını ve bulut göç stratejilerini detaylı bir şekilde değerlendirmektedir. Çalışmanın ana hedefi, başta Microsoft Azure, Amazon AWS ve Google Cloud Platform olmak üzere lider bulut sağlayıcıları arasında kapsamlı bir performans, maliyet ve güvenlik karşılaştırması yaparak, kurumların bulut teknolojilerine geçişinde karşılaşabilecekleri zorlukları ele almak ve bu süreçte en uygun stratejileri saptamaktır. Araştırma metodolojisi olarak literatür taraması ve karşılaştırmalı analiz teknikleri benimsenmiştir. Bulgular, incelenen bulut sağlayıcıları arasında işlevsellik, maliyet etkinliği ve güvenlik protokolleri bakımından belirgin farklılıklar olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, bulut göç süreçlerinin optimizasyonu için çeşitli teknik ve stratejik öneriler sunulmaktadır. Sonuç olarak, bu tez bulut teknolojilerinin stratejik ve etkin kullanımı konusunda yol gösterici niteliktedir ve sektörel uygulamalarda rehberlik edebilir.Yayın Gebelikte madde kullanımının insan hakları açısından değerlendirilmesi / Evaluation of substance abuse during pregnancy in terms of human rights(T.C. Maltepe Üniversitesi, 2024) Çiçek, Dilan; Coşkun Özüaydın, BergenMadde kullanımı ve bağımlılığı günümüzde gittikçe yaygınlaşan kişilere doğrudan ve dolaylı olarak birçok zarar veren bir halk sağlığı sorunudur. Anne karnındaki bebeğin annenin vücuduna aldığı hemen her şeyden olumlu ve olumsuz olarak etkilendiği de göz önüne alındığında, gebelikte madde kullanımının anne karnındaki bebek için de oldukça olumsuz etkileri olan bir eylem olduğu aşikardır. Bu tezin amacı, gebelikte madde kullanımının, anne karnındaki bebeğin sadece insan olması dolayısıyla sahip olduğu yaşama hakkı, sağlık hakkı ve dolaylı olarak diğer temel haklarını da ihlal eden bir eylem olduğunu ifade etmek, anne karnındaki bebeğin insan onuruna layık bir yaşama sahip olma ilkesine verdiği zarara dikkat çekmek ve anne ve anne karnındaki bebeğin insan ve sağlık odaklı yaklaşımlarla desteklenerek anne karnındaki bebeğin yaşayabileceği hak ihlallerinin giderilebilmesine dair çeşitli yaklaşım ve uygulamalara dikkat çekmek, aynı zamanda konu ile ilgili öneriler sunmaktır.Yayın "Medya etiği açısından sorunlar arttı ve farklılaştı"(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Bayrakdar, DenizGeleneksel haberleşme araçlarının evrimi, yeni teknolojilere koşut olarak “medya” kavramını doğurdu. Kitle iletişim araçları modernizmin, medya da postmodernizmin çıktıları ve sonuçları olarak bir üstyapı halinde hayatımızı çevreledi ve hatta giderek işgal etti. Eski sermayedarların sahipliğini yürüttüğü gazete ve dergiler, neoliberal politikaların özünü oluşturan özelleştirmeler ve el değiştirmeler sonucunda haberleşmeyi başka iş alanlarının yanısıra yürüten medya tröstlerinin sesi haline geldi. Elitist gazeteler yeni medya ile imtihanlarında eski duruşlarını sürdürmeye çalıştılar. Medyanın sürdürülebilirliği, yaşayabilirliği (media viability) uğruna onlar da öncelikle reklam, halkla ilişkiler ve sosyal medya üçgeninden oluşan yeni bütünleşik pazarlama yöntemlerini kullandılar. Enformasyonun bir “kamu malı” olarak değeri eskisine oranla değişti. Sponsorluk, bıçak sırtında yürümek gibi bir yandan ekonomik dayanak sağlasa da, karşılıksız bir destek olarak verilmediği için her ne kadar bu eskiden beri varolan bir sistemin parçası olsa da– giderek kıskacını daha da daralttı. Değişen medya, insan hakları hak ihlalleri konusundaki haberleri ise bağımsız ve doğru habercilik yapan haber kanalları– daha hızlı yayma ve geri beslemesini aynı hızla alma imkânını yarattı. Öte yandan medya etiği açısından sorunların arttığı ve farklılaştığı bir döneme girildi. Örnek vermek gerekirse, kadınlar ve göçmenlerle ilgili haberler toplumsal dinamiklerin kökenini anlamayan veya umursamayan bir yaklaşımla, şiddet ve nefret söylemlerinin ateşini körükleyen tarzda olabiliyor. Elitist habercilik yapan kaynaklar –bunların artık çok fazla sayıda olduğunu söylemek mümkün değil– gündemin ağır yükü karşısında özellikle “sıradan ötekilerin” ardında büyük sorunların yer aldığı olay ve olgulara köşe yazılarında bazen değinseler de, eskisi kadar yoğunlaşamıyorlar. Gazeteciler, yayıncılar eğer geleneksel kıyıda varolmaya çalışıyorlar ise, varlıklarını sürdürmeleri, olay ve olguları aydınlatmaları araştırmanın vakit alması, maddî kısıtlar ve işgücü darlıkları nedeniyle çok kolay olmuyor. Bu nedenle, son dönemde gazetecilerin araştırma dosyalarını kitaplaştırdıklarından bahsediliyor. Sosyal medya hız, birebirlik ve mahremiyet sınırlarını aşarak kalabalıklara ulaşarak yanlış bilgi, kasıtlı yönlendirme ve algoritmalar ile bakışın değiştirilmesi gibi operasyonlar için büyük kapasitelerle sosyal medya trolleri türetti. Kendi nişlerinde doğru, geçerli ve güvenilir habercilik yapan, iletişimin temel işlevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışan sosyal medya haber kanallarını bu eleştirel bakışımın dışında tutmak isterim. Geleneksel medyanın uzantısı olan, okullu ve/veya alaylı gazeteciler, farklı disiplinlerden gelerek gazeteci olan aydın yazarlar ve düşünürler sosyal medya kullanımlarında da doğruluk çizgilerini sürdürüyorlar.Yayın İnsan haklarıyla ilgisinde robotlar ve yapay zeka(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Gürsoy, HandePandeminin hemen başında insan hakları yüksek lisansı yapmaya başladım. Daha ikinci ayda evlere kapandık. Hayatım boyunca, çalışma hayatımın yanı sıra yapmam gerektiğini düşündüğüm yüksek lisansın bu döneme denk gelmesinin bir anlamı varmış. Pandemi başladıktan sonra yaşamın değeri hakkında düşünmek benim için çok kıymetli oldu. Geç kalmış bir değerlendirme olsa da, bir daha aynı kişi olmadığım bir yolculuğa çıktım. Bu yüksek lisans bana, doğru değerlendirmenin yalnızca insanın varlık yapısının bilgisiyle mümkün olduğunu, insanın hakları olan haklardan dolayı sorumlulukları bulunan tek varlık olduğunu ve bu sorumluluklara göre hareket etmesi için doğru değerlendirme yapması gerektiğini öğretti. Ayrıca insanın insanlığı unuttuğu zamanlarda, İkinci Dünya Savaşı gibi insanlığın sonunu getirebilecek bir dünya yaratabileceği gerçeğini de fark ettim. İnsan, kendini gerçekleştirebilmesi için asgarî bazı hakların sağlanmasına ihtiyaç duyar: sanat, edebiyat ve teknoloji gibi başarıların ortaya çıkması için bu ortamın korunmasının önemini anladım. Ancak her eylemimizde sorumluluklarımızı bilerek, insanın kendini gerçekleştirilebileceği ortama zarar vermeden hareket etmemiz gerektiği de derslerim arasında yer aldı. Bu dönemde yapay zekâ bu kadar gündemde değildi, ChatGPT de yoktu. Ancak Hocam İoanna Kuçuradi, insanın yanlış değerlendirmeler yapabileceği ve insan hakları bilgisine sahip olmadığı için geri dönülemez sonuçlar ortaya çıkarabileceği düşüncesiyle beni “Robotlara Hak Tanıma Sorunu” konulu yüksek lisans tezine yönlendirdi. Kuçuradi gibi akademik bilginin günlük hayatta nasıl uygulanabileceğini bilen hocalar sayesinde, belki de insanlığın sonu gelmiyor. İnsanlar, insan olma bilinciyle doğru değerlendirme yapmayı öğrenmeden yapay zekâ geliştirmemeli, aksi takdirde bir ileri iki geri gittiğimiz bir sonuca dönüşebilir. Bu makalede, tezimin de ana konusu olan yapay zekâyı geliştirmeden önce, insan hakları ve felsefe bilgisine sahip olmanın, yapay zekânın risk haline gelmemesinin en önemli anahtarı olduğunu özetlemek istiyorum.Yayın İnsan haklarıyla ilgisinde dijital dünya(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Görgün Baran, AylinDijital hakların, dijital yeniliklerden biri olan internetin ortaya çıkışıyla birlikte doğduğu bilinmektedir. Dijital haklar aynı zamanda internet haklarının yanı sıra ağ ve iletişim hakları olarak da tanımlanmaktadır. Bu haklar, bir bireyin internet üzerindeki yasal statüsünü ifade ederken, öte yandan sosyal haklar alanında insan hakları türlerinden biri olarak kabul görmektedir. Tchinaryan, Kuchenin, Slesarev, Ryzhik (2021), dijital teknolojilerin insan hayatının birçok alanında değişiklikler meydana getirdiğini ve bunların çoğunun sosyal alanı etkilediğinin tespit edildiğini belirtmektedirler. Bu durum, bir kişinin kişisel bilgilerinin gizliliği, toplumun demokratikleşmesi ve egemenliği üzerindeki etkisi anlamına gelir. Liberal demokrasinin 21. yüzyılın sonunda en yaygın rejim olarak nitelenmesi özgürlük alanının en geniş olduğu dönemi ifade etmek içindir. Bu, insanlara kendileri ve gelecek nesiller için daha müreffeh bir gelecek yaratma motivasyonu veren küresel teknolojik gelişme döneminin başlangıcına işaret etmektedir. İnternetin yaygınlaşması ve kullanılabilir hale gelmesiyle birlikte, yüzyılın başından itibaren bilgi alanında insan verilerinin korunmasına yönelik yeni bir tehdit alanı oluşmuş ve insanların mahremiyetine müdahale etme meselesi gündeme gelmiştir. Bu durum genel kabul görmüş insan haklarıyla çelişmekte ve insan hakları ihlaline girmektedir. Bununla birlikte, internetteki bireylerin ve tüzel kişilerin haklarını korumak için faaliyetlerin düzenlenme biçimlerine olan ihtiyaç hızla ortaya çıkmıştır. İnternetin bir kişinin hayatına girmesinin muhtemelen en ciddî sosyal sonuçlarından biri, kullanıcıların devlet kurumlarına olan güvenini azaltan gizli bilgilerinin korunmasında yaşanan sorunlardır (Tchinaryan, Kuchenin, Slesarev, Ryzhik 2021). Böylesine bir durum devlet adına kişide bir güven zafiyeti yaratmakta ve insanlık adına nihayetinde korku ve endişe vermektedir.Yayın Dijital dünya: İnsan için, insana rağmen!(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Sözen, EdibeBüyük harflerle yazılan “Kapitalizm”, kabaca kendi içinde safhalarına ayrıldığında, Endüstri Kapitalizmi, Matbu Kapitalizm ve şimdilerde yaygınca kullanıldığı gibi Dijital Kapitalizm veya Silikon Vadisi Kapitalizmi diye adlandırılır. Dijital Kapitalizm sürecine kadar olan yüzer yıllık dönüşümlerin her birinde, insan ve toplum başat rollerini oynarken, artık bu roller değişime uğramış, insan ve insanın toplumsallığı ve insanı toplumsallaştıran toplumdan ziyade internet dünyasına ve sosyal Prof. Dr. Edibe SÖZEN* rın Demokrasinin ve İnsan Hakları söylemlerinin yaygınlaşmasını ve dünyanın dört bir yanına yayılmasını savunurken”, şimdilerde ise “internetin büyük bir tehlike aracı” ve “bugünün ebeveylerinin ve çocuklarının karşılaştığı büyük teknolojik sorunlardan biri” olduğu şeklindeki çelişkili ifadelerine rastlandığına işaret eder. Ki böylesi bir paradoksal hal küresel dünyanın carî söylemlerindendir. medya alanlarına kaymış görünmektedir. Dijital Kapitalizm sürecinde ve dijitalleşme çağında internet, doğal olarak düşünme biçimlerini de değiştirmiştir. Gidişat, yekpare ve bir düşünme biçiminden ziyade, çoklu ve kaotik bir biçime doğru yol almaktadır. Her geçen gün giderek küçülen dünyanın aksine, veriler kütlesiyle büyüyen bir dünyaya şahitlik edilmektedir. Artık, devletlerin, toplumların ve kurumların zenginliği verilerle ölçülüp değerlendirilmektedir. Başta şirketler olmak üzere devletler ve kurumlar “Büyük Veri” kitlesine sahip olmanın peşindedir. Dünyamız, artık neredeyse Büyük Veri sahiplerinin, Twitter, Google, Facebook vs. ellerinde bulunduranların ve Silikon Vadisi’ndeki dev teknoloji şirketlerinin elindedir. Böylesi bir güç alanına sahip olan veriler kitlesi, başta devletler olmak üzere, toplumların ekonomisinden diplomasisine kadar geniş bir yelpazede etki alanı oluşturabilmektedir. Bir zamanlar değerli olan petroldü ve petrol sınırlı bir kaynaktı, fakat bugün “veri”, dev teknoloji şirketlerince her gün üretilen, neredeyse sınırsız bir kaynak haline gelmiştir. Geldiğimiz noktada, verilerle kurulan küresel ağın getirdiği imkânların yanında, çeşitli sebeplerle ortaya çıkan endişeler de gün geçtikçe artmaktadır. Endişelerin çoğu, insan hakları başta olmak üzere, gelir dağılımındaki eşitsizlikler, adalet ve ahlâk konusunda eksiklikleri fazla olan küresel düzensizliklere dayanmaktadır.Yayın Hak ve Çıkar Kavramları(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kuçuradi, İoannaEtik ve insan haklarıyla ilgili konularda ders verirken, ya da ilgilenen çocuklar ve büyüklerle konuşurken, sık sık bana söylenen, “ben bunu hiç düşünmemiştim” oluyor. Bu konuda yaygın olan anlayışa ters düşebilen söylediklerim ilk önce yadırgatıcı olsa da, kişiler kendi adlarına düşündüklerinde ve söylediğimi kendi gözleriyle gördüklerinde büyük bir sevinç duyuyor, bir süre sonra da “benim hayatım değişti” diyerek, memnuniyetini dile getiriyorlar. Kavramların seçikliğiyle ilgili önemli bir örnek, sık sık birlikte kullanılan ‘hak’ ile ‘çıkar’ arasındaki farktır. Oysa bir şey birisinin hakkıysa çıkarı olamaz, çıkarı ise hakkı olamaz. Bunun için bu yılın Dünya Felsefe Gününde bu farka ışık tutmayı düşündüm ve 2024 yılı mesajımda bu farkı mercek altına aldım.Yayın Barınma hakkı ve “Tüccarlığı”(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Erşahin Soltekin, Esra Nur“Yasalara uygun yapılan kötülükler, yasalara ay- kırı yapılan kötülüklerden daha çok” diyor Antigone, Kemal Demirel’in kaleme aldığı oyunda. Bakışını realiteye çeviren bir “kişi” ise, bu tür “hukuk içi-etik dışı” örneklerin bin bir türlüsüne rast gelebiliyor. Bir deprem sırasında ilk çökecek yerlerden kabul edilen balkonların, 1.5 metreye kadar ‘kon- sol’/‘çıkma’ olarak tasarlanabileceğine ilişkin madde her ne kadar Plânlı Alanlar İmar Yönetmeliğinde yer alsa da, bu durum ‘yumuşak kat’ oluşmasına önayak olduğu için, yaşanan depremlerden sonra pek çok binanın zemin katlarının çöktüğü ve o sırada binadan kaçmak üzere giriş kapısına yönelen insanları yuttuğu görülüyor. Böyle olaylara “kurban gitmek” istemeyenler ise, kiralayacakları ya da satın alacakları bir daire ararken, eğimli bir arsa üzerine bitişik nizamda inşa edilmiş binaların “birbirlerine destek olduklarını” söyleyerek depreme karşı daha dayanıklı durumda olduklarını belirtenler ya da böyle bir yalan uyduranlar karşısında, kendilerine de neyime dayalı bazı ölçütler belirlemek zorunda kalıyor. Bunlardan en dikkat çekeni, o binada, binayı yaptıran kişinin binanın müteahhidinin (yüklenicisinin) ya da toprak sahibinin oturup oturmaması oluyor. Çünkü varsayılıyor ki, bir kişi en azından kendi canını hiçe saymaz ve kendisinin de yaşayacağı bir yeri yaptırırken “malzemeden çalmaz”. Bir müteahhidin, yaptırdığı binada kendisi ya da herhangi bir yakını/tanıdığı yaşamayacağı için usulsüzlük yapmaktan çekinmediği durumlarda, söz konusu kişinin gözünde o bina yalnızca bir araç, onun yatırım aracı, sermayesini katlamasının bir aracı oluyor. Hal böyle olunca, “kişilerin yüzlerinin silinmesi” olgusuyla karşı karşıya kalınıyor: Beşiğinde uyuyan bir bebek, kardeşiyle oynayan bir çocuk ya da ders çalışan bir genç, yok sayılıyor; onların yaşayacağı konut başka bir ifadeyle, her birinin barınma hakkı, cebine daha fazla para girmesini amaçlayan tarafların pazarlık masasına seriliyor ve bir tür ticaret başlıyor. Bu amaçla eylemde bulunulduğunda ise müteahhitlik, insanların “barınma hakkının tüccarlığı” olmaktan öteye gidemiyor. Dahası bu “tüccar”ların, yaptırdıkları binalarda ‘şantiye şefi’ olarak görevlendirilecek mimarların imzalarını satın almaya çalıştıkları; en acısı da, bir mimarın mimarlığın ne olduğunu ve mimar olarak sorumluluğunu bilmeyen bir mimarın bunu kabul ettiği ve hiç denetlemediği bir binanın “usulüne uygun yapıldığının altına imzasını attığı görülüyor.Yayın “Yoksul ve dar gelirli kitlelere öncelik tanımak gerek”(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Keleş, RuşenDur durak bilmeksizin inşa edilen onca konuta rağmen, dünya üzerinde bir milyara yakın insanın başını sokacak bir evi yok. Oysa barınma hakkı, temel insan haklarından biri. Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ruşen Keleş, bu sorunun temelindeki asıl nedenin gelir dağılımındaki dengesizlik, ödeme güçlüğü ve yoksulluk olduğuna dikkat çekiyor. İnsanların insanca yaşayabilecekleri yaşam ortamlarının oluşturulmasında başrolü oynayan mimar, mühendis ve kent plancılarının görevlerinin gereğini hakkıyla yerine getirmeleri gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Ruşen Keleş ile temel insan haklarından biri olan barınma hakkını ve barınma sorununu konuştuk.Yayın Sağlık hakkıyla ilgisinde barınma hakkı(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) İpekyüz, NecdetEtik ilkeler olan insan hakları, insanla ilgili bazı gerekleri dile getirirler. Her bir insan tekini kapsayan bu gerekler, insanın değerini tanıma ve koruma istemleri olarak, yani insanları yalnızca insan oldukları için koruma istemleri olarak ortaya çıkar. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından tanımlanan sağlık hakkı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 25. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbî bakım hakkı vardır.” Uluslararası Sağlığı Geliştirme Konferansı başlığı altında, 1986 yılında Ottawa’da toplanan DSÖ, Ottawa Bildirgesini yayınlayarak, sağlığın ön koşullarını barış, barınak, eğitim, gıda, gelir, tutarlı bir ekosistem, sürdürülebilir kaynaklar, sosyal adalet ve hakkaniyet olarak belirtmiştir. Bu önkoşullar olmadan sağlık hakkından söz edilemez, çünkü bunlar sağlığa ulaşmak, sağlıklı bir yaşam sürmek için vazgeçilemez önkoşullardır. DSÖ, 2014 yılında sağlığı ırk, din, dil, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum ayırımı gözetmeksizin, doğuştan kazanılan temel hak olarak tanımlamış ve hükümetleri halklarının sağlığından sorumlu tutmuştur. Sağlık hakkı, diğer haklarla birlikte bir bütün oluşturan insan hakları arasında yer alır. Ottawa Bildirgesinde tanımlanan sağlığın temel unsurları, sağlık hakkına bütünlüklü yaklaşım için dikkate alınmalıdır.Yayın Barınma hakkının çok bileşenli niteliği üzerine bir değerlendirme ve öneri(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kurtarır, ErhanBarınma olgusu, kullanım değerinden, değişim değerine ve sembolik değerine kadar insanlık tarihi boyunca değişen anlamı ve niteliği açısından her dönem önemini koruyan konular arasında yer almıştır. Konut şüphesiz kimliğin oluşması ve belirlenmesinde başat role sahip olan önemli bir mekânsal göstergedir. Din veya siyaset de dahil olmak üzere toplumsal açıdan da kimliğimizin katmanlarını oluşturan çoğu kültürel değer de kamusal alana taşınmadan önce “özel” alanlarda ve özellikle evlerde ortaya çıkmıştır. Bu açıdan, kültürel kimliğin önemli bir göstergesi olan “mekân”ın en özgün ve özgür olabilen biçimi de kuşkusuz “ev”dir. Kültür coğrafyası açısından bireylerin ve toplulukların kimlik mekânları olarak tarif edilebilen “konut”un bir ihtiyaç ve daha da önemlisi yaşamsal bir hak alanı olarak tarif edilmesi de bu yüzden çok doğaldır.Yayın Geleceğin yaşanılabilir kentleri için barınma hakkı: Denge ve sürdürülebilirlik(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Ramazanoğulları Turgut, SırmaGünümüz kentlerinde kentleşme hızla artarken insanların karşı karşıya kaldığı pek çok sorun da bu yüzyılın ajandasında en üst sıralarda yer almaktadır. Bugünkü durumda yaklaşık yüzde 55’i kentlerde yaşayan dünya nüfusunun, 2050’de yüzde 68 olması bekleniyor. Bu da gittikçe artan sayıda nüfusun yaşadığı toplumsal, kültürel, ekonomik ve fiziksel dönüşüm ve değişimin odağı olan kentlere ve kentlerin insan sağlığı üzerine olan etkilerine odaklanmamızı ve süreci doğru yönetmemizi zorunlu kılıyor. Yaşam kalitesini artırmak güvenli ve sürdürülebilir bir gelecek sağlamak insanlığın önde gelen hedefidir. Bu bağlamda “barınma hakkı” kavramı da çözülmesi gereken bir problematik olarak gündemdedir. Barınma hakkı, sadece bir ev sahibi olma ya da bir çatı altına sığınma olarak kabul edilemez. Bu kavram, aynı zamanda insan onuruna yakışır, çağdaş, güvenli, sağlıklı ve uygun koşullarda yaşama hakkını içerir. Geleceğin yaşanılabilir kentleri için bu kavramı değerlendirmek, dengeli bir kentleşme modeli oluşturmak ve herkes için erişilebilir konut sağlamak açısından kritik öneme sahiptir. Barınma hakkı, uluslararası insan hakları hukuku kapsamında önemli bir konudur ve çeşitli uluslararası anlaşmalar tarafından korunmaktadır. Bu hakkın temelinde yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, her bireyin yaşamak için güvenli, sağlıklı ve insanca bir çevrede barınma hakkına sahip olduğu düşüncesi yatar.Yayın “Haklar ve özgürlükler” mi, yoksa “… Özgürlüğü hakkı mı?”(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Kuçuradi, İoannaİnsan hakları konusunda konuşulanlarda/yazılanlarda, genellikle “haklar ve özgürlükler” ifadesi kullanılıyor. Oysa İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde “… özgürlüğü hakkı” ifadesi kullanılıyor. Örneğin Bildirgenin 18. maddesinde “Her insan düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir” denmekte, 19. maddesinde de “Her insan kanaat ile ifade özgürlüğü hakkına sahiptir” ifadesi kullanılmakta; bu özgürlüklerin herbirinin ise bir hak sayıldığı görünmektedir. Özgürlüklerin bu farklı şekillerde anlaşılmasının yarattığı sonuçları görebilmek için, önce ‘hak’ teriminin anlamına, sonra da ‘özgürlük’ teriminin anlamlarına bakmamız uygun olur. Platon’un on “kitap”tan oluşan Politeia’sının birinci kitabında Sokrates’in “herbirine borçlu olanı/ona muhakkak verilmesi gerekenleri vermek” şeklinde yaptığı adalet tanımından hareketle, ‘hak’kın herbirine gösterilmesi gereken ve herbirinin başkalarına göstermesi gereken “muamele”yi imlediğini söylemek mümkün. Buna ek olarak ‘özgürlük’ teriminin bu bağlamdaki anlamına bakarak, yani ‘antropolojik özgürlük’ ve ‘etik özgürlük’ dediğim özgürlüklerden farklı, ancak en yaygın anlaşılma biçimi olan “başkalarına zarar vermeden istediğini yapmak” anlamında ‘özgürlüğü’ ya da “toplumsal özgürlüğü”, yani temel kişi haklarını koruma talebinin bir ülkede gerektirdiklerini yerine getirmeyi anlarsak; bir ülkede çıkarılan yasaların, kurulan kurumların ve kamu kuruluşlarının, o ülkenin koşullarında bütün yurttaşlarına temel haklarını onurlu bir yaşamı sağlayabilecek bir şekilde koruma olanağını sağlamak olur.Yayın Felsefî-etik temelli insan hakları bilgisinin görmemizi sağladıkları(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Varol, Damla SabihaBen bir felsefe öğretmeniyim ve lisans eğitimim için felsefe bölümünü bilinçli bir şekilde, ilgi duyduğum bir alan olduğu için tercih ettim. Kendimi bildim bileli meraklı biriyim ve çocukluğumdan beri evrene, varoluşumuza, insan varlığı olarak geçirdiğimiz evrimsel süreçlere ve medeniyetin kadim dönemlerine ilgi duydum. Asırlar boyunca insanın, tüm bu olan bitenleri, doğayı ve kendi varoluşunu anlamlandırma çabasıyla sorduğu sorular üzerine düşünmeyi çok değerli buldum. Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tercih etmemin nedeni de bu eğitimin felsefî-etik bir temelde veriliyor olmasıydı. Bu eğitim sırasında felsefî antropoloji yaklaşımını temele alan bakış açısı sayesinde günümüzün insan hakları problemlerini fark ederken, değerlendirirken ve temel hakların neler olması gerektiğini belirlerken, bu bağlamda yeterince düşünmediğim ölçütler üzerine yoğunlaştım. Örneğin, insan yapısını anlamak konusunda benim çok önemli bulduğum ve ilgi duyduğum sinirbilimle felsefe arasındaki disiplinler arası ilişkinin ürünü olan nörofelsefe alanında edindiğim ve edineceğim bilgileri, insan hakları sorunlarını ve günümüzde temel hak olarak talep edilenleri değerlendirirken kullanabileceğim bir yol yordam kazandım.Yayın İnsan haklarıyla boğuşmak(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Öztürk, Mertİnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 75. yılında, yaşamakta olduğumuz dünyaya baktığımızda, insan hakları için pek olumlu şeyler gördüğümüzü söylemek mümkün olmayacaktır. Özellikle Filistin halkına yapılan saldırılar, Türkiye’de idam cezasının siyasilerce tartışmaya açılması, temel hakların ihlaline ilişkin karar veren Anayasa Mahkemesinin kararının başka yargıçlarca hiçe sayılabiliyor olması bunun bazı örnekleridir. Tüm bunların yanında, insan haklarının ne olduğuna ve nasıl savunulması gerektiğine ilişkin bir bilgi eksikliğinin de tüm bu sorunlarda anahtar bir yeri olduğu düşüncesindeyim. Neden insan hakları bilgisine ulaşmak istiyoruz ve ulaşırsak bu bilgi neyi değiştirecek? İnsan hakları eğitimi bize neler sağlayabildi ya da sağlayabilir? Bu konuda ben biraz daha şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü hem insan haklarının formel, yani insan hakları hukuku dediğimiz şekliyle hem de insan haklarının felsefî temellerini kapsayan bir eğitim alma şansım oldu. Hukuk fakültelerinde seçmeli bir dersten ibaret olan insan hakları, her zaman sözleşmeler üzerinde, insan haklarının temel kavramları olan insan ve insan onuru gibi kavramlardan uzak, önlemenin değil, tazminat yoluyla gidermenin öne çıkarıldığı bir eğitimle anlatılmaktadır. Bu sebeple de felsefî temelli insan hakları eğitiminin, önceden öğrendiğim şeyleri kısmen yıkarak yeniden öğrenmeme, kısmen de öncesinden öğrendiğim ama temeli olmayan bu bilgileri temellendirmeme yardımcı olduğunu bugün baktığımda görebiliyorum. Bence felsefî temelli insan hakları eğitiminin en önemli noktası budur.Yayın İnsan hakları eğitiminin hekime görmeyi sağladıkları(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Hamidi, Aziz Ahmadİnsan Hakları Yüksek Lisans programına başladığımda, hastanede meslektaşlarımdan ve mesai arkadaşlarımdan farklı tepkiler almıştım. Hekimlerin genellikle bu gibi eğitimlerin hukuk fakültesi mezunlarıyla ilgili bir eğitim olduğunu düşündüklerini gördüm. Örneğin, “Sen hukukçu değilsin ki” şeklinde bir geri dönüş almıştım. Bir diğer olumsuz tepki de, umutsuzlukla birlikte olan bir tür bıkkınlık halini açıklayan “dünyada insan hakları mı var sanki? Bu kadar ihlal varken sen mi kurtaracaksın insanları?” şeklindeki ifadelerdi. Peki, hekimlik ve insan hakları arasında bir ilişki var mıdır? Yanıt “elbette ki evet” şeklinde olacaktır. İnsan hakları fikri, gündelik yaşamımızla ilgili olduğu gibi, bütün meslekler ve disiplinlerle ilişkili bir fikirdir. Başka bir deyişle karşılaştığımız tüm yaşam durumlarında insan haklarını koruyucu bir duruş sergilememiz gerekmektedir. Hekimlik mesleği ise, bana göre, diğer mesleklerden de daha fazla insan hakları ile içiçedir. Çünkü olağanüstü haller (savaş, deprem, salgın vb.) dahil her durumda, doğrudan insanla temasta olan bir meslektir. Hekimler sıklıkla insan hakları ihlallerinin tanığı durumundadır. Hekim, mesleğinin icrası sırasında insan hakları ihlalleriyle karşılaştığında, değer koruyucu bir duruş sergileyebilir ve ihlale devam edilmesini durdurabilir. Ancak hekim dikkat etmezse, ihlalin farkına da varamayabilir; bazen insan hakkı ihlali olduğunu fark edemeden ihlal eylemine katılabilir veya doğrudan uygulayıcısı da olabilir. Bu nedenle hekimlerin felsefî-etik temelli insan hakları bilgisine sahip olması büyük önem taşıyor. Hekimler, insan onuru kavramını içselleştirmiş olmalı ve doğru değerlendirme bilgisine sahip olmalıdır. Böylece karşılaştığı her tek durumda doğru değerlendirme yapabilmeli ve değer koruyucu biçimde davranış sergileyebilmelidir.Yayın Bir problemin varlığı: Erken çocukluk döneminde eğitim hakkı(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Bayam Yıldırım, HaticeCOVID-19 pandemisinin başladığı 2020 yılında, birçoğumuz ekran başındaydık ve olan bitenleri şaşkınlık içerisinde izliyor, her gün yeni bir belirsizlikle karşı karşıya kalıyorduk. Eğitim öğretime, 16 Mart 2020’de bir hafta ara verilmesinin ardından, bu süreye gelen yeni uzatmalarla, okullarda eğitimin yüz yüze devam etmesi belirsiz bir hal almıştı. Hızlı bir şekilde çevrimiçi eğitim olanağı değerlendirildi ve 24 Mart 2020 tarihinden itibaren uzaktan eğitime geçiş yapıldı. Birçok öğretmenin ilk kez deneyimlediği çevrimiçi eğitim ortamı, alışılagelmiş sınıf ortamından daha farklı bir yapıdaydı. Çevrimiçi ortam teknolojik altyapı/ekipman ile teknoloji bilgisi de gerektiriyordu. Bir kısım yeni nesil öğretmen genel olarak bu olanaklara sahipken, klasik öğretim metotlarının dışına çıkamamış öğretmenler açısından zorlayıcı bir durumdu. Öğrencilerin çevrimiçi derslere katılabilmesi için de teknolojik altyapı ve ekipmanın sağlanması gerekliydi. Bununla birlikte öğrencilerin yaşları küçüldükçe, bu teknolojik aletlerin kullanımı açısından da bir ebeveyne bağlılık durumu söz konusu oluyordu. Bu koşullar, ekonomik düzeyi düşük aileler açısından sağlanması zor koşullardı. Dolayısıyla öğretmenlerin teknoloji becerileri ile ailelerin ekonomik durumları, çocukların çevrimiçi eğitimden faydalanabilme olanakları bağlamında belirleyici etkenler oldu. Yeterli teknolojik cihaza sahip olamayan çok çocuklu aileler aynı saate ders konması halinde kimin çevrimiçi derse bağlanacağı konusunda, çocukları arasında seçim yapmak zorunda kaldı. Bu seçimlerde de genelde ilk vazgeçilen, okul öncesi eğitimi kademesiydi. Bu dönemde yaşadıklarım, öğrencilerimin derslere gelmek isteyip gelemeyişi, ailelerin teknolojik yeterli donanıma sahip olamadıkları için çevrimiçi derse bağlanamamaları, özel okul öncesi eğitim kurumları yüzyüze faaliyete başlarken, devlet okullarının kapalı kalması gibi durumlar, benim bu durumu sorgulamama ve “ne yapılabilirdi?”, “ne yapılması gerekirdi?” gibi soruları kendime sormama neden oldu. Aslında aradığım, yaşanılan sorunların altında yatan nedeni anlamak, bu doğrultuda da en azından eğitim-öğretim özelinde çözüm ne olabilirdi, onu bulmaktı.Yayın Yeni teknolojiler bağlamında insan haklarını yeniden düşünmek(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Çobansoy Hızel, Gökçeİnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kabulünün 75. yılını kutladığımız (!) bu yılda, dünyadaki somut yaşananlar, insan hakları açısından kat ettiğimiz yol hakkında derin üzüntü ve şüphe uyandırsa da yeni teknolojilerle ilgisi bağlamında insan hakları ve etik kavramlarının sıkça dile getirilmesi ufacık da olsa umudun yeşermesine vesile olmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin ilân edildiği yılda ya da insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin imzalanmasını izleyen yıllarda, internet teknolojisi henüz hayatımızda yer edinmiş, bugün kullanılan yapay zekâ kavramı henüz ortaya atılmış değildir. 1950’li yıllarda yapay zekânın, 1980’lı yıllarda internetin ve sonrasında teknolojide katlanarak artan gelişmelerin akabinde, insan haklarında mevcut sorunların yanı sıra teknolojinin getirdiği olanak ve riskler de daha çok konuşulmaya başlanmış bulunmaktadır. Bugün dillere pelesenk olan yapay zekâ teknolojisi bir kez daha etik ve insan hakları üzerine hepimizi düşünmeye sevk etmekte, hatta yapay zekâ algoritmaları ile birleştirilen nöroteknolojiler insan kavramı üzerinde tartışmaları alevlendirmektedir. Yapay zekâ ve nöroteknolojiler gibi hızla gelişen teknolojilerin, hem ekonomik hem de sosyo-kültürel açıdan dönüştürücü etkileri bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir, ancak bu teknolojiler, geliştiricileri insanlar olduğu için, insanlar arasında var olan etik sorunlara ayna tutmakta, hatta etkilerini daha da fazlalaştırarak bizlere yansıtmaktadır. Bir başka deyişle bugün “yapay zekânın etik sorunları” olarak bahsedilen durumlar, görmeyi bilir ve istersek, aslında insanlar arasındaki etik sorunları adeta gözümüze sokmaktadır. Örneğin, Amazon’un işe alım algoritmalarında kadına karşı ayırımcılık, esasen Amazon ve hatta teknoloji sektöründe, kadın çalışanların bugüne kadar uğradığı ayırımcılığı adeta gözler önüne sermekte, aynı şekilde, benzer koşulları taşısalar bile siyahî ve diğer beyaz olmayan kişilerin kredi taleplerinin beyazlara göre yüzde 80 ihtimalle reddedilmesi de ırk ayrımcılığına ilişkin mevcut sorunlarımızı yansıtmaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün olsa da, belirtmek gerekir ki yapay zekânın yol açtığı ileri sürülen insan hakları ihlalleri ve riskleri, aslında insan yapımı algoritma ve teknolojilerin değil, bizzat insanların yol açtığı sorunlar olmaktadır.Yayın Bildirgenin 75. Yılında İnsan Hakları(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Çotuksöken, Betülİnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 75. yılında insan hakları bağlamında dünya ve Türkiye ölçeğinde nerede olduğumuzu olabildiğince anlamaya çalışmanın temel bir ödevimiz olduğunu düşünebiliriz. Bu 75 yılı üç çeyreğe ayıracak olursak, bu zaman diliminde bir bakıma insanlık olarak ideal ya da ideale yakın bir duruş sergilemenin adımları olarak neler yapıldığını anımsamanın yararlı olacağını ileri sürebiliriz. Daha baştan şöyle bir belirleme yapabiliriz: İnsanın olup bitenler ya da durumlar karşısındaki duruşlarından biri olarak insan haklarının doğrudan davranışlarımızla, eylemlerimizle ve ilişkilerimizle bağlantılı olduğunu da belirtebiliriz, hatta belirtmek zorundayız. İnsanın, her zaman yinelediğimiz gibi, birey-kişi-yurttaş-ağdaş olarak, gerek düşünme, gerek bilme, gerekse de eyleme ya da yapıp etme çerçevesinde seçeneklerinin ikiliği içinde barındırdığını hesaba katarak bu belirlemeyi yaptığımızı özellikle belirtmek istiyorum. Her birimiz içinde yer aldıklarımız ya da tanıklık ettiklerimiz karşısında geliştirdiğimiz duruşları dile yansıttığımızda söz konusu dili ya bildirme kipi üzerinden işlevsel kılarız, bildirsel nitelikli bir söylem oluştururuz ya da çoğun dilek, istek, koşul, gereklilik ya da ödev ağırlıklı olmak üzere dili söylemleştiririz. Tam da bu noktada insan hakları dediğimiz, içinde özellikle etik değerleri barındıran, etik değerlere dayalı olan ilkeler toplamını gereklilikler bağlamında dikkate alırız. Bu ilkeler eylemlerimize gereklilik olarak kılavuzluk ederler. Bildirsellik ve gereklilik arasında yer alan özneler olarak kendimizle ve başkalarıyla, ötekilerle, başka şeylerle, başka varolanlarla her türlü karşılaşmamızda insan haklarının ilke olarak her birimize kılavuzluk etmesinin çoğun kendiliğinden olmadığını deneyimlerimiz aracılığıyla biliyoruz. Davranışlarımızı, eylemlerimizi, ilişkilerimizi insan hakları ilkeleriyle gerçekleştirmemizin yolunun çeşitli biçimlerdeki öğrenmelerden geçtiğini de belirtmemiz doğru olacaktır. Bu bağlamda olsa olsa yatkınlıklardan söz edilebilir, ancak insan haklarının her ne kadar karşılığının, çıkış noktalarının temelde bizde, her birimizde olduğunu saptasak bile, arada olanlar olarak, söz konusu hakların doğal duruşumuzu eksiksiz bir biçimde temsil ettiğini, nitelediğini ileri süremeyiz. İnsan dünyasında olup bitenler bu ileri sürüşün güçlü kanıtları ve/veya tanıkları olarak ortada duruyor. İnsan hakları konusundaki sistemli-etkili-sürekli bir eğitime gereksinimimizin olduğu açık; tam bir kesintisizlik, günümüzdeki yaygın bir deyişle sürdürülebilirlik içinde insan haklarını gündemimizde tutmamız, sürekli olarak anımsatmamız gerekiyor.Yayın “Altın Kural” mı? “Kesin Buyruk” mu?(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Kuçuradi, İoannaEtikle uğraşan çevrelerde yaygın bir kabule göre, “ahlâklı” yaşamanın ana kuralı “altın kural” olarak adlandırılan kuraldır: “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma!” kuralı. Kasım ayı içinde bir gazetede Deniz Kilislioğlu’nun bir yazısı küçük kızları “karşı taraf”ın iki canlı bombası ve bir asker tarafından öldürülmüş biri Filistinli biri de İsrailli iki baba hakkındaki “Ya toprağı ya mezarı paylaşacağız” başlıklı önemli yazısı çıkmıştı. Bu yazıda belirtildiği üzere, 1997 yılında, Kudüs’te, iki canlı bomba saldırısında, bu babalardan birinin 14 yaşındaki kızı öldürülmüş, 2017 yılında da İsrail sınır polisi diğer babanın 10 yaşındaki kızını okulu önünde öldürmüştü. Bu iki baba “ya toprağı ya mezarı paylaşacağız” diyerek, “Barış Savaşçıları” adlı bir dernek kurmuş, İsrailliler ile Filistinlilerin “konuşabilmeleri” için çalışıyorlar. Bu yazıyı okuyunca, sık sık karıştırılan “altın kural” ile Kant’ın yaptığı “ödevden dolayı” ve “ödeve uygun” eylemler arasındaki farka, bu iki babanın örneğinde dikkat çekmek ve farklı niyetlerle yapılan bu iki eylem türünden hareketle, bugün yanı başımızda olup biten günümüzün bu büyük ayıbına “altın kural”la bakmak ile Kant’ın “buyrukları”yla bakmak arasındaki farkı hatırlatmayı düşündüm.