Maltepe Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
DSpace@Maltepe, Maltepe Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.
Güncel Gönderiler
Acil servise başvuran mantar zehirlenmelerinin retrospektif olarak incelenmesi
(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2023) Tekin, Yusuf Kenan
Amaç: Çalışmamızın amacı Sivas Cumhuriyet Üniversitesi acil servisine başvuran mantar zehirlenmesi hastalarında meydana gelen klinik bulguların ve demografik özeliklerinin saptanmasıdır. Materyal-Metotlar: Retrospektif olarak elektronik hasta kayıt sistemi taranarak 1 Ocak 2018-31 Aralık 2021 tarihleri arasında acil servise başvuran ve mantar zehirlenmesi tanısı alan 17 yaş üstü 206 hastanın verilerine ulaşılıp çalışmaya dahil edildi. Bulgular: Elde edilen veriler göre hasta yaşı, cinsiyeti, ilk semptomların başlama saati, başvuru şikayetleri dağılımı belirlendi. Çalışma grubunun 123'ü (% 5,7) kadın, 83'ü (% 40,3) erkek idi. Hastaların en sık başvuru şikayetleri 111(%53,8) bulantı/kusma ve 81(%38,9) karın ağrısı idi. Mevsimsel dağılımda ilkbahar/yaz dönemlerinde en sık 127(%61,^ görüldü. Hastalar çoğunlukla acil servis gözlem ünitelerinde takip edildi ve 4 (%1,9)hasta karaciğer yetmezliği nedeniyle transplantasyon için sevk edildi. Sonuç: Amacımız; mantar intoksikasyonu nedeniyle başvuran hastaların çevresel, demografik, klinik ve laboratuvar özelliklerini tespit etmek ve hastanemiz ölçeğindeki mevcut durumu saptayarak sunulan hizmetin daha üst seviyelere çıkartılmasını sağlayacak bilgileri ortaya koymak ve bu alanda yapılan epidemiyolojik araştırmalara ve literatüre katkı sağlamaktır.
Türkiye Karayolu ve Demiryolu Taşımacılığı, Sektör Araştırması Raporu
(INTERNATIONAL TRANSPORT WORKERS’ FEDERATION (Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu), 2023) Bürüngüz, Nurdan
Elinizdeki rapor, Türkiye’de karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinin mevcut yapısını ve son yıllarda yaşadıkları dönüşümü ayrıntılı bir biçimde ele almakta ve gelecekte bu sektörlerin karşılaşabilecekleri potansiyel gelişmeleri öngörmeye yönelik kapsamlı bir analiz sunmaktadır. Yaşanan bu hızlı dönüşüm sürecinin etkilerini toplumsal yaşamın her alanında görmek mümkündür. Rapor, bu dönüşümün, karayolu ve demiryolu işçilerinin çalışma koşulları ve hakları üzerindeki etkilerini inceleyerek, işçilerin kapitalist ilişkilerden kaynaklanan bu değişikliklere karşı nasıl mücadele edebilecekleri konusunda bu sektörde örgütlü sendikalara bir perspektif sunmayı hedeflemektedir. Türkiye’de karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörleri, ülkenin ekonomik kalkınması, sosyal refahı ve çevresel sürdürülebilirliği bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu sektörlerde çalışan işçilerin ve sendikaların hakları, sorumlulukları ve katkıları da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu rapor, karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinin ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarını kapsamlı bir şekilde analiz ederek, bu sektörlerdeki işçi ve sendika hareketinin mevcut durumunu, karşılaştığı sorunları, taleplerini ve mücadele önerilerini ortaya koymaya çalışmaktadır. Karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde çalışan işçiler, çoğu durumda benzer sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunlar listesinin en başında “düşük ücretler”, “uzun çalışma saatleri”, esas olarak özel sektörden oluşan karayolu işçileri için olmak üzere “güvencesiz istihdam”, “taşeronlaştırma”, “sosyal hakların eksikliği”, “görece yüksek kaza oranları”, “mesleki eğitim olanaklarının yetersizliği”, “iş güvenliğinin sağlanamaması” ve “sendikal örgütlenmenin zayıflığı” yer almaktadır. Türkiye, geleneksel olarak karayollarında özel sektörün, demiryollarında ise kamunun yatırımlarının ağırlık taşıdığı ülkelerden biridir. Ancak, son yıllarda, demiryolu taşımacılık işçileri, yukarıda sıralanan sorunların yanı sıra, küresel kapitalizmin neo-liberal politikalarının doğrudan bir yansıması olarak özelleştirme politikalarının olumsuz etkileriyle de uğraşmaktadır. Bir başka ortak sorun da ülkemizdeki tüm ekonomik sektörlerde olduğu gibi hem karayolu hem de demiryolu taşımacılığı sektörlerinde sendikal örgütlenmenin ve işçi mücadelelerinin ağır bir baskı altında tutuluyor olmasıdır. Karayolu ve demiryolu taşımacılığı işçileri, sendikal örgütlenme, iş güvencesi, daha iyi ücret ve çalışma koşulları için mücadele ederken sık sık baskı ve sindirme ile karşılaşmaktadır. Türkiye, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) Küresel Haklar Endeksi raporuna göre de, işçi haklarının en fazla ihlal edildiği 10 ülkeden biridir ve bu durum ne yazık ki uzun yıllardır devam etmektedir. İşçi hakları ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, bu raporun merkezinde yer almaktadır. Ayrıca, bu sektörlerde çalışan işçilerin ve sendikaların örgütlenme, eğitim ve dayanışma konularında neler yapabileceklerini araştırarak, bu sektörlerdeki işçilerin daha iyi çalışma koşullarına sahip olmalarını sağlayacak öneriler sunmaktadır. Rapor, ayrıca, karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde kadın istihdamının ve kadın işçilerin sendikal faaliyetlerde ve organlarda daha fazla yer alması için neler yapılması gerektiğini ele almaktadır. Bunun yanı sıra, sektörlerdeki genç işçilerin örgütlenmesi, mesleki eğitim, staj, işe alım süreçlerinde nasıl desteklenebilecekleri ve sendikal bilinç kazanmalarının nasıl sağlanabileceği de bu rapor kapsamında değerlendirilmektedir. ÖNSÖZ Bu raporun bir diğer yönü, Türkiye’de karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde çalışan işçilerin durumunu analiz etmek ve onların haklarını savunmak için neler yapılabileceğini ortaya koymaktır. Bu sektörlerde yaşanan dönüşümün hem ekonomik hem de sosyal boyutları vardır. Rapor, bu boyutları göz önüne alarak, işçilerin çalışma koşullarını iyileştirmek için hangi adımların atılması gerektiğini tartışmakta ve işçi haklarının en büyük savunucusu olarak sendikalara bir tartışma zemini sunmaktadır. Raporun karayolları ve demiryolları kısımlarının ilk bölümlerinde, Türkiye’de karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinin genel durumu incelenmektedir. Bu bölümlerde, her iki sektörün ekonomik önemi, sosyal etkileri ve çevresel sorunları ele alınmaktadır. Ayrıca, bu sektörlerde çalışan işçilerin profili, sayısı ve dağılımı da verilmektedir. Raporun karayolları ve demiryolları kısımlarının ikinci bölümlerinde, karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde işçilerin karşılaştığı sorunlar ayrıntılı bir şekilde irdelenmektedir. Bu bölümlerde, işçilerin ücret, çalışma saatleri, istihdam güvencesi, sosyal haklar, iş sağlığı ve güvenliği, mesleki eğitim ve sendikal örgütlenme gibi konularda yaşadıkları zorluklar tartışılmaktadır. Ayrıca, demiryolu taşımacılık sektöründe özelleştirme politikalarının işçiler üzerindeki olumsuz etkileri de değerlendirilmektedir. Üçüncü bölümlerde ise karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerinde işçilerin haklarını korumak ve geliştirmek için neler yapılabileceği konusunda öneriler sunulmaktadır. Bu bölümlerde, işçilerin ve sendikaların örgütlenme, eğitim ve dayanışma stratejileri üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, bu sektörlerde çalışma koşullarını iyileştirmek için devlet, işverenler ve diğer sosyal paydaşlarla nasıl bir diyalog kurulabileceği de tartışılmaktadır. Raporda, karayolu ve demiryolu taşımacılığı sektörlerine dair bölümler, iki ayrı, bağımsız makale formatında sunulmuştur. Bu tercih, raporda hem her iki sektörü bütünsel bir perspektifle verirken hem de arzu eden okuyucuya sadece karayolu veya demiryolu taşımacılığına odaklanabilme imkânını tanımaktadır. Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITF) Karayolu ve Demiryolu Taşımacılığı Bölümü’nün yürüttüğü “Türkiye Karayolu ve Demiryolu Taşımacılığı Sektör Araştırması Raporu” adlı bu çalışmanın gerçekleştirilmesinde ITF Bölüm Sekreteri Noel Coard, Bölüm Sekreter Yardımcısı Deniz Akdoğan, Kıdemli Bölüm Yardımcısı Inga-Lena Heinisch, ITF Araştırma Bölümü yönetici ve uzmanları, ITF Program Yöneticisi Patrik Bergvall, Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Berlin Genel Merkezi ve Türkiye’deki FES Program Yöneticisi Cihan Hüroğlu’na değerli katkıları için teşekkür ederiz. Bu kişilerin ortak çabaları olmadan, bu önemli araştırma gerçekleştirilemezdi. Raporun yazımı sırasında yoğun emek harcayan arkadaşlarımızdan karayolu sektörü bölümünü kaleme alan araştırmacı Nurdan Bürüngüz’e, demiryolu sektörü bölümünü yazan araştırmacılar Meltem Azdemir Yalçınkaya ve Selçuk Akbıyık’a, araştırmanın tüm ayrıntılarını göz önünde bulundurarak değerli önerilerde bulunan editör Kemal Ülker’e teşekkür ederiz. Raporun, kara taşımacılığı sektöründe yeni işçilerin örgütlenmesine yönelik çalışmalara katkı sağlayacağını ve bu alanda mücadele yürüten sendika yöneticileri ve uzmanları ile işçiler için yararlı bir kaynak olacağını ümit ediyoruz.
A two-year comparative study on varicella-zoster virus incidence before and after COVID-19
(Open Journal of Clinical & Medical Case Reports, 2024) Heydari, Daryuş; Kaya, Çağdaş; Heydari, Ayli; Sezgin, Gülbüz
Objective: This study aimed to assess and compare the prevalence and characteristics of herpes zoster cases before and after the COVID-19 pandemic, focusing on the potential impact of SARS-CoV-2 infection and COVID-19 vaccination. Methods: A retrospective analysis was conducted on herpes zoster cases diagnosed in 2019 and 2022. Data collected included patient demographics, lesion distributions, COVID-19 PCR test results, and vaccination statuses. Statistical analyses using SPSS were performed to compare findings between the two periods. Results: In 2019, 25 out of 1578 patients (1.584%) were diagnosed with herpes zoster, whereas in 2022, the number rose to 40 out of 3024 patients (1.322%), reflecting a 60% increase in case numbers but a 0.262% decrease in incidence rate. The average patient age decreased from 62 years in 2019 to 58.6 years in 2022. Among the 2022 cases, 35% tested positive for COVID-19, and vaccination statuses varied, with 27.5% having received four vaccine doses. Conclusion: The study indicates a significant rise in herpes zoster cases post-COVID-19 pandemic and vaccination era, despite a decrease in incidence rates. This surge may be linked to direct and indirect effects of SARS-CoV-2 infection, vaccine-induced immune responses, and pandemic-related stress. Further investigation is warranted to delve into underlying mechanisms and potential causal relationships in greater depth.
Barınma hakkı ve “Tüccarlığı”
(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Erşahin Soltekin, Esra Nur
“Yasalara uygun yapılan kötülükler, yasalara ay- kırı yapılan kötülüklerden daha çok” diyor Antigone, Kemal Demirel’in kaleme aldığı oyunda. Bakışını realiteye çeviren bir “kişi” ise, bu tür “hukuk içi-etik dışı” örneklerin bin bir türlüsüne rast gelebiliyor. Bir deprem sırasında ilk çökecek yerlerden kabul edilen balkonların, 1.5 metreye kadar ‘kon- sol’/‘çıkma’ olarak tasarlanabileceğine ilişkin madde her ne kadar Plânlı Alanlar İmar Yönetmeliğinde yer alsa da, bu durum ‘yumuşak kat’ oluşmasına önayak olduğu için, yaşanan depremlerden sonra pek çok binanın zemin katlarının çöktüğü ve o sırada binadan kaçmak üzere giriş kapısına yönelen insanları yuttuğu görülüyor. Böyle olaylara “kurban gitmek” istemeyenler ise, kiralayacakları ya da satın alacakları bir daire ararken, eğimli bir arsa üzerine bitişik nizamda inşa edilmiş binaların “birbirlerine destek olduklarını” söyleyerek depreme karşı daha dayanıklı durumda olduklarını belirtenler ya da böyle bir yalan uyduranlar karşısında, kendilerine de neyime dayalı bazı ölçütler belirlemek zorunda kalıyor. Bunlardan en dikkat çekeni, o binada, binayı yaptıran kişinin binanın müteahhidinin (yüklenicisinin) ya da toprak sahibinin oturup oturmaması oluyor. Çünkü varsayılıyor ki, bir kişi en azından kendi canını hiçe saymaz ve kendisinin de yaşayacağı bir yeri yaptırırken “malzemeden çalmaz”. Bir müteahhidin, yaptırdığı binada kendisi ya da herhangi bir yakını/tanıdığı yaşamayacağı için usulsüzlük yapmaktan çekinmediği durumlarda, söz konusu kişinin gözünde o bina yalnızca bir araç, onun yatırım aracı, sermayesini katlamasının bir aracı oluyor. Hal böyle olunca, “kişilerin yüzlerinin silinmesi” olgusuyla karşı karşıya kalınıyor: Beşiğinde uyuyan bir bebek, kardeşiyle oynayan bir çocuk ya da ders çalışan bir genç, yok sayılıyor; onların yaşayacağı konut başka bir ifadeyle, her birinin barınma hakkı, cebine daha fazla para girmesini amaçlayan tarafların pazarlık masasına seriliyor ve bir tür ticaret başlıyor. Bu amaçla eylemde bulunulduğunda ise müteahhitlik, insanların “barınma hakkının tüccarlığı” olmaktan öteye gidemiyor. Dahası bu “tüccar”ların, yaptırdıkları binalarda ‘şantiye şefi’ olarak görevlendirilecek mimarların imzalarını satın almaya çalıştıkları; en acısı da, bir mimarın mimarlığın ne olduğunu ve mimar olarak sorumluluğunu bilmeyen bir mimarın bunu kabul ettiği ve hiç denetlemediği bir binanın “usulüne uygun yapıldığının altına imzasını attığı görülüyor.
“Yoksul ve dar gelirli kitlelere öncelik tanımak gerek”
(T.C.Maltepe Üniversitesi, 2024) Keleş, Ruşen
Dur durak bilmeksizin inşa edilen onca konuta rağmen, dünya üzerinde bir milyara yakın insanın başını sokacak bir evi yok. Oysa barınma hakkı, temel insan haklarından biri. Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ruşen Keleş, bu sorunun temelindeki asıl nedenin gelir dağılımındaki dengesizlik, ödeme güçlüğü ve yoksulluk olduğuna dikkat çekiyor. İnsanların insanca yaşayabilecekleri yaşam ortamlarının oluşturulmasında başrolü oynayan mimar, mühendis ve kent plancılarının görevlerinin gereğini hakkıyla yerine getirmeleri gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Ruşen Keleş ile temel insan haklarından biri olan barınma hakkını ve barınma sorununu konuştuk.