Yazar "Pektaş, Özkan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Yayın Alkol bağımlılarında grup etkileşimi ile sosyodemografik-klinik özellikler arasındaki ilişkilerin araştırılması(İdealonline, 2003) Kalyoncu, Ö. Ayhan; Mırsal, Hasan; Pektaş, Özkan; Ünsalan, Nasibe; Beyazyürek, MansurAmaç: Alkol bağımlılığı tedavisinde "sorunun kabul edilmesi ve tedavi motivasyonu" için grup etkileşimi oldukça önemlidir. 6rup etkileşimini sağlayan faktörler değişik sosyodemografık ve klinik özelliklerden de etkileniyor olabilir. Bu çalışmada grup etkileşimi ile sosyodemografik-klinik özellikler arasındaki ilişki araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya USM IV ölçütlerine göre alkol bağımlılığı tanısı ile yatarak tedavi gören 280 hasta alınmıştır. Hastaların ayrıntılı sosyodemogarfik ve klinik özellikleri saptanmış ve hastalar grup içinde "aktif katılım, pasif katılım, kendini ifade, empati, içgörü, uyum, direnç, destek verme, grup bilinci, şimdi Ve burada" alt başlıklarını içeren yarı yapılandırılmış bir form ile (grup değerlendirme ölçeği) değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 26 kadın (%9.3), 254 erkek (%90.7) olmak üzere 280 hasta alınmıştır. Hastaların yaş ortalaması 41.0pm9.0 yıl, alkol içmeye başlama yaşı 19.4pm5.0; hastanede yatış süresi 13.7pm7.0gün olarak bulunmuştur. Cinsiyet, eğitim durumu, medeni durum, çalışma durumu, ikamet ettiği yer, ikamet etme durumu, ailede alkol bağımlılığı varlığı, ailede psikiyatrik başka bir hastalık varlığı, alkol kullanımı ve klinik özellikler ile grup değerlendirme ölçeği alt özellikleri arasında yapılan karşılaştırmaya göre durumu açısından "kendini ifade etme" özelliğinde anlamlı istatistiksel farklılık bulunmuştur (F=4.4, p<0.05). Vas, alkole başlama yaşı, hastanede yatış süresi ile grup değerlendirme ölçeği alt özellikleri arasındaki değerlendirmede ise, hastanede yatış süresi ile empati ve içgörü arasında istatistiksel olarak pozitif anlamlı ilişki saptanmıştır(r=0.1, p<0.05: r=0.1, p<0.01). Tartışma: Yapılandırılmış, eğitime ağırlık veren alkol tedavi programı içinde sosyodemografık ve klinik özellikler genel olarak "grup etkileşimi sürecini" olumsuz olarak etkilememektedir.Yayın Alkol bağımlılarında karaciğer fonksiyon testleri ile sosyodemografik-klinik özellikler arasındaki ilişkiler(Galenos Yayınevi, 2002) Mırsal, Hasan; Pektaş, Özkan; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Beyazyürek, MansurAmaç: Alkol kullanımı ile ilişkili olan ve alkol bağımlılığı tanısı koyarken yardımcı ölçü olarak kabul edilen birçok biyokimyasal belirleyici vardır. Karaciğer fonksiyon testleri (SGOT-AST, SGPT-ALT, GGT) bu belirleyiciler arasında üzerinde en çok çalışılmış ve klinik kullanımda olanlardır. Bu çalışmada alkol bağımlılığı tanısı almış hastalarda karaciğer fonksiyon testlerinin sosyodemografik ve klinik özelliklerle ilişkisi araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya 1998 yılında kliniğimizde DSM IV tanı ölçütlerine göre alkol bağımlılığı tanısı ile yatarak tedavi gören 312 hasta alınmıştır. Hastalar ayrıntılı sosyodemografık bilgi ve klinik özellikleri içeren bir veri formu ile değerlendirilmiştir. Kan örnekleri sabah aç karnına alınmış ve uygun koşullarda saklanarak ölçüm hatalarını azaltmak amacıyla aynı kalibrasyon değerleriyle belirli aralıklarla toplu olarak çalışılmıştır. Sosyodemografik bilgi ve klinik özellikler ile laboratuvar sonuçları arasında SPSS paket istatistik programında tek yönlü varyans analizi ile ilişkiler araştırılmıştır. Bulgular: Çalışmaya 27 kadın (%8,7) ve 285 erkek (%91,3) alınmıştır. Hastaların yaş ortalaması 41,0 (ss=9,0), alkol içmeye başlama yaşı 19,5 (ss=5,3)'dir. Yapılan istatistiksel değerlendirmelerde GGT seviyeleri; cinsiyet grupları, alkol içmeye başlama zamanları, yoksunluk durumları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar göstermiştir. Sonuç: Alkol kullanım yoğunluğu (süre, miktar) ve karaciğer fonksiyon testlerindeki bozulma arasında paralellikler bulunmaktadır. Alkol bağımlılığında biyolojik belirleyicilerin önemi ve anlamı; kontrollü ileriye dönük çalışmalarla daha ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir.Yayın Alkol bağımlılarında suçluluk ve utanç duyguları(Galenos Yayınevi, 2002) Kalyoncu, Ö. Ayhan; Mırsal, Hasan; Pektaş, Özkan; Gümüş, Ömer; Tan, Devran; Beyazyürek, MansurAmaç: Alkol bağımlılığında suçluluk ve utanç duygularının önemli bir yeri olduğu ileri sürülmüştür. Bu çalışmada remisyondaki alkol bağımlılarındaki suçluluk ve utanç duygularının araştırılması amaçlanmıştır.. Yöntem: Çalışmaya; DSM-IV tanı ölçütlerine göre alkol bağımlılığı tanısı ile yatarak tedavi gören ve en az altı aylık bir süre tam remisyonda olan 102 hasta alınmıştır. Kontrol grubunu ise yaş ve cinsiyet açısından denkleştirilmiş herhangi bir psikiyatrik tanı almadığını ve tedavi görmediğini ifade eden 72 kişi oluşturmuştur. Bağımlıların seçiminde; daha önce kliniğimizde uygulanan tedavi programına yatarak katılmış olmak, yatış sırasında ek başka bir psikiyatrik tanı almamış olmak, son bir aydan bu yana psikotrop bir ilaç kullanmamış olmak ve son altı aydan bu yana alkol almamış olmak ölçütlerine uyulmuştur. Çalışmada; Sosyodemografik klinik veri formu, Suçluluk Utanç Ölçeği, Rotter'in İçDış Kontrol Odağı Ölçeği, Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: İki grup arasında sosyodemografik özellikler açısından farklılık olmamasına rağmen, Suçluluk Utanç Ölçeği (t=25,6 p=,0), Rotter'in İçDış Kontrol Odağı Ölçeği (t=7,3 p=,0), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (t=ll,5 p=,0) puanları arasında istatistik olarak anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Sonuç: En az altı ay süreli remisyonda olmalarına rağmen alkol bağımlılarında suçluluk ve utanç duyguları kontrol grubuna göre daha şiddetli yaşanmaktadır. Bu durumun remisyon süreci üzerindeki etkilerini anlamak için sosyodemografik klinik özellikleri dikkate alarak ileriye dönük çalışmaların yapılmasının gerekliliği düşünülmektedir.Yayın Alkol bağımlılığında nüks etme sürecinde "Yüksek riskli durumların" etkileri(2001) Mırsal, Hasan; Pektaş, Özkan; Beyazyürek, Mansur; Yalnız, Özlem; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Yazıcı, Ali HilmiAlkol bağımlılığında tedavinin amaçlarından birisi de "tekrar alkol içmeyi önleme" çalışmasıdır. Bu çalışmada "yüksek riskli durum" kavramı oldukça önemlidir. Alkole tekrar başlama sürecinde "yüksek riskli durumların" saptanması ve bu durumlarla başa çıkma becerilerinin geliştirilmesinin nüks oranlarını azaltabileceği ileri sürülmüştür. Bu çalışmada risk kavramı, yüksek riskli durumlar ve durumların nüks sürecine olan etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya kliniğimizin tedavi programını tamamladıktan sonra nüks eden 40 evli, eşi ile birlikte yaşayan erkek alkol bağımlısı alınmıştır. Kontrol grubunu da bir kez hastaneye yattıktan sonra nüks etmeyen 40 evli eşi ile birlikte yaşayan erkek alkol bağımlısı oluşturmuştur. Araştırmada sosyodemografik ve klinik özellikleri değerlendiren yarı yapılandırılmış klinik görüşme formu ile "yüksek riskli durumları" değerlendiren bir form kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS istatistik programında işlemden geçirilmiştir. Bulgular:İki grup arasında "yüksek riskli durum" yaşama açısından anlamlı istatistiki farklılık vardır (X2=66,3; df=4; p=0). Nüks etmeyen grupta risk kavramı anlamlı olarak dikkate alınmış ve yüksek riskli durumlardan sakınma davranışı gösterilmiştir. Nüks eden grupta en çok "tedavi alma sorunlarının" yüksek risk oluşturduğu görülmektedir. İlginç olarak "sosyal baskı yaşama" nüks etmeyen grupta daha yüksek bulunmuştur. Sonuç: Nüks etme sürecinde "yüksek riskli durumların" varlığının saptanması nüks etmeyi önleyebilir. Sonuçlar; "tedavi alma ile ilgili sorunların" nüks etme sürecinde etkili olduğunu göstermiştir. Kontrol grubunda "sosyal baskıların" yoğun olarak yaşanmasına rağmen nüks olmamasının anlamı "tedavi alma ile ilgili" sorunların azlığı olmalıdır.Yayın Alkole bağlı oluşan Korsakoff Sendromlu iki olguda donepezil'in etkinliği(2008) Beyazyürek, Mansur; Mırsal, Hasan; Pektaş, Özkan; Kalyoncu, Ömer Ayhan; Ünsalan, Nasibe; Genç, Yasin; Binbay, ZerrinAlkole bağlı oluşan "Korsakoff Sendromlu" iki olguda donepezil'in etkinliği Klasik olarak Wernicke Ensefalopatisi (WE) ve Korsakoff Sendromu (KS) olarak bilinen klinik tablolar DSM-IV tanı ölçütlerine göre "Alkolün Yol Açtığı Kalıcı Amnestik Bozukluk" olarak adlandırılmakta olup kronik alkol kullanımının neden olduğu beslenme yetersizliğine bağlı tiamin eksikliği sonucu gelişen önemli klinik durumlardır. KS tedavisinde kullanılan yaklaşımlardan birisi de kolinerjik aktiviteyi artırmaya yönelik ilaçlardır. Donepezil merkezi ve periferik asetilkolinesterazın geri dönüşlü inhibitörüdür ve kolinerjik sinapslarda asetilkolin konsantrasyonunu artırarak amnezi belirtilerini iyileştirebilmektedir. Bu yazıda DSM-IV tanı ölçütlerine göre Alkolün Yol Açtığı Kalıcı Amnestik Bozukluk ve Tekrarlayıcı Depresif Bozukluk tanıları konan ve donepezil ekleme tedavisi ile bilişsel yetilerinde iyileşme gözlenen iki olgu sunulmuştur. Olgular Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ), Standardize Mini Mental Test (SMMT) sonuçları ve klinik gözlem ile izlenmiştir. Her iki olguda da antidepresan tedaviye donepezil eklenmiş, depresif belirtilerdeki iyileşmenin yanında bilişsel işlevlerde de belirgin düzenleme gözlenmiştir. Birinci olguda SMMT değerleri 18'den 26'a, ikinci olguda ise SMMT değerleri 16'dan 28'e yükselmiştir. Donepezil'in alkolün yol açtığı kalıcı amnestik bozuklukta etkinliğinin anlaşılması için ileriye dönük çift kör plasebo kontrollü çalışmaların yapılması gerekmektedir.Yayın Almanya'da yaşayan Türk eroin bağımlılarının tedavi arama davranışını etkileyen faktörlerin araştırılması(Galenos Yayınevi, 2004) Yalnız, Özlem; Pektaş, Özkan; Şahin, Emre; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Mırsal, Hasan; Beyazyürek, MansurAmaç: Eroin bağımlılığında tedavi arama davranışını bir çok faktör etkilemektedir. Bu çalışmanın amacı; kliniğimizde “Eroin Bağımlılığı” tanısı ile yatarak tedavi gören Almanya’da yaşayan Türk eroin bağımlılarının Türkiye’de tedavi arama davranışını etkileyen sosyokültürel faktörleri araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya, DSM–IV tanı ölçütlerine göre eroin bağımlılığı tanısı ile yatarak tedavi için başvuran Almanya’da yaşayan 98 Türk hasta alınmıştır. Hastalar 76 soruluk yarı yapılandırılmış bir görüşme formu ile değerlendirilmiştir. Bu çalışmada incelenen değişkenler; sosyodemografik veriler, kültürel özellikler, aile ile ilgili bilgiler, kültürel uyum, göç nedenleri, eroini kullanma yöntemleri, eroini bulma şekli, yasal sorunlar, cezaevinde bulunma durumu, tedaviye gelme şekli ve sonuçlardır. Elde edilen veriler SPSS for Windows 10.0 paket istatistik programında değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 8 kadın (%8.2), 90 erkek (%91.8) toplam 98 bağımlı alınmıştır. Yaş ortalaması 28.7 (ss= 7.8) yıldır. Çalışmaya alınan hastaların ilk kez eroini kullanma yaşı ağırlıklı olarak 20’nin altındadır (%85.7). Çalışma grubunda damar yolundan eroin kullananlar tüm hastaların %37.7’sini oluşturmaktadır. Hastaların arkadaşları arasında eroin kullanımı yüksek oranda bildirilmiştir. Bu hasta grubunda eroin kullanımı nedeni ile yasal sorun varlığı %87.8 ve cezaevinde bulunma %46.9’dur. Sonuç: Sonuçlar; Almanya’da yaşayan Türk eroin bağımlılarının Türkiye’de tedavi arama kararında sosyokültürel faktörlerin rol oynadığını göstermektedir. Bu konuda ileriye dönük, kontrollü, çok merkezli, transkültürel nitelikli araştırmalar planlanmalıdır.Yayın AYIK alkol bağımlılarının grup tutum ölçeği ile değerlendirilmesi(2001) Beyazyürek, Mansur; Mırsal, Nursel; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Mırsal, Hasan; Pektaş, ÖzkanAmaç:Alkol bağımlılığı, remisyon ve nükslerle seyreden biyopsikososyal bir hastalıktır. Remisyon sürecinde grup psikoterapisinin sürdürülmesi nüksetmeyi engellediği gibi yaşam kalitesinin artırılmasına katkı sağlamaktadır. Bu nedenle grup sürecinin "sürekliliği" oldukça önemlidir. Bu çalışmada daha önce kliğimizde yatarak tedavi görmüş ve ayaktan grup toplantılarına katılan hastalar "Grup tutum ölçeği" ile değerlendirilerek grupta bütünleşme, grup etkinliği ve sürekliğinin anlamı tartışılmıştır. Metod: Çalışmaya; 1996-1998 yılları arasında yatarak tedavi görmüş ve halen alkol kullanmayan 32 hasta alınmıştır. Hastaların sosyodemografik ve klinik özellikleri yarı yapılandırılmış görüşme formu ile elde edilmiş, bu hastalara kesitsel olarak "Grup Tutum Ölçeği" uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların %90.6 (n=29)'sı erkek, %9.4 (n=3)'ü kadındır. Yaş ortalaması 46.3 (ss=8.1) dir. Klinik tedaviden sonra geçen ortalama süre 8 ay olarak bulunmuştur (maksimum=42 ay, minimum= 2 ay). Hastaların %59.4 (n=19)'ü haftada iki, %25.0 (n=8)'i haftada bir, %15.6 (n=5)'sı daha seyrek olarak grup toplantılarına katılmışlardır. Grup tutum ölçeğinde hastaların gruba gelmek ile ilgili sorulara "evet", ancak grup içinde aktif olma durumu ile ilgili sorulara "hayır" şeklinde yanıt verdikleri görülmektedir. Sonuç: Bu sonuçlar ayrıca gruptaki etkileşimin "pasif etkenler" yoluyla da oluştuğunu düşündürmektedir.Yayın "AYIK" alkol bağımlılarının grup tutum ölçeği ile değerlendirilmesi(Türk Psikiyatri Derneği, 2001) Pektaş, Özkan; Mırsal, Hasan; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Mırsal, Nursel; Beyazyürek, MansurAmaç:Alkol bağımlılığı, remisyon ve nükslerle seyreden biyopsikososyal bir hastalıktır. Remisyon sürecinde grup psikoterapisinin sürdürülmesi nüksetmeyi engellediği gibi yaşam kalitesinin artırılmasına katkı sağlamaktadır. Bu nedenle grup sürecinin "sürekliliği" oldukça önemlidir. Bu çalışmada daha önce kliğimizde yatarak tedavi görmüş ve ayaktan grup toplantılarına katılan hastalar "Grup tutum ölçeği" ile değerlendirilerek grupta bütünleşme, grup etkinliği ve sürekliğinin anlamı tartışılmıştır. Metod: Çalışmaya; 1996-1998 yılları arasında yatarak tedavi görmüş ve halen alkol kullanmayan 32 hasta alınmıştır. Hastaların sosyodemografik ve klinik özellikleri yarı yapılandırılmış görüşme formu ile elde edilmiş, bu hastalara kesitsel olarak "Grup Tutum Ölçeği" uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların %90.6 (n=29)'sı erkek, %9.4 (n=3)'ü kadındır. Yaş ortalaması 46.3 (ss=8.1) dir. Klinik tedaviden sonra geçen ortalama süre 8 ay olarak bulunmuştur (maksimum=42 ay, minimum= 2 ay). Hastaların %59.4 (n=19)'ü haftada iki, %25.0 (n=8)'i haftada bir, %15.6 (n=5)'sı daha seyrek olarak grup toplantılarına katılmışlardır. Grup tutum ölçeğinde hastaların gruba gelmek ile ilgili sorulara "evet", ancak grup içinde aktif olma durumu ile ilgili sorulara "hayır" şeklinde yanıt verdikleri görülmektedir. Sonuç: Bu sonuçlar ayrıca gruptaki etkileşimin "pasif etkenler" yoluyla da oluştuğunu düşündürmektedir.Yayın Damar yolundan eroin kullananlarda hepatit B, hepatit C ve HIV yaygınlığı(Galenos Yayınevi, 2003) Mırsal, Hasan; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Pektaş, Özkan; Tan, Devran; Beyazyürek, MansurAmaç: Damar yolundan eroin kullanımı Hepatit B, Hepatit C, HİV gibi enfeksiyon hastalıklarının görülme olasılıklarını artırmaktadır. Bu çalışmada kliniğimizde yatarak tedavi gören damar yolundan eroin kullanan bağımlılardaki Hepatit B, Hepatit C, HİV yaygınlığı ve bu yaygınlığın sosyodemografik, klinik özelliklerle ilişkisi araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya yatarak tedavi gören 391 eroin bağımlısı içinden damar yolundan eroin kullanan 107 hasta alınmıştır. Hastaların tanılan iki psikiyatrisi tarafından DSM IV ölçütlerine göre konulmuştur. Hastaların değerlendirilmesinde bu çalışma için tarafımızdan hazırlanan sosyodemografik veri ve klinik görüşme formu kullanılmıştır. Serolojik testler Mikropartikül Enzim Immunoassay (Abbott) yöntemi ile değerlendirilmiş, veriler Windows için SPSS (6.0) programında analiz edilmiştir. Bulgular: Hastaların %7,5'i (n=8) kadın, %92,5'i (n=99) erkektir. Yaş ortalaması 28,9 (ss=6,9), eroin kullanım süresi 5,1 (ss=3,7) yıl, damar yolundan kullanım süresi 1,9 (ss=1,8) yıldır. Enjektör paylaşımı varlığı %48,6 (n=52), riskli-korunmasız cinsel ilişki varlığı %49,5 (n=53) olarak bildirilmiştir. HBsAg %2,8 (n=3), Anti-HBs %29,9 (n=32), Anti-HCV %44,9 (n=48) ve HIV l-ll %4,7 (n=5) pozitif olarak saptanmıştır. Sonuç: Hepatit B, Hepatit C ve HIV pozitifliği genel popülasyona göre yüksek bulunmuştur. Enjektör paylaşımı ve riskli-korunmasız cinsel ilişkide bulunma özelliği bu testlerin pozitifliğini de artırmaktadır. Madde bağımlılığı konusunda ülkemizdeki sağlık politikalarının bu ve benzeri çalışmaların sonuçlarına göre tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.Yayın Erkek alkol bağımlılarının eşlerinin grup tutum ölçeği ile değerlendirilmesi(Galenos Yayınevi, 2004) Mırsal, Hasan; Pektaş, Özkan; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Tan, Devran; Beyazyürek, MansurAmaç: Bağımlılık; birlikte tedavi olmayı gerektiren bir aile hastalığı olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada; erkek alkol bağımlılarının eşleri (Grup Tutum Ölçeği) ile değerlendirilerek tedavi sürecine katılma özellikleri yorumlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya alkol bağımlılığı tanısı ile yatarak tedavi gören erkek hastaların eşlerinden oluşan 160 kişilik bir grup alınmıştır. Çalışmaya alınan kişiler sosyodemografik veri formu ve (Grup Tutum Ölçeği) ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Eşler gruba iki kez katılmalarına rağmen (grupta bütünleşmeyi) veya bu gereksinmeyi düşündüren sorulara (evet) yanıtı vermişlerdir. Sonuç: Kesitsel ön çalışma niteliği taşıyan araştırmamızdaki bu sonuç; erkek alkol bağımlılarının eşlerinde (grup desteğinin) oldukça önemli olduğunu düşündürmektedir.Yayın Fluoksetin kullanımı ile ilişkili ekimoz: Olgu sunumu(Türk Psikiyatri Derneği, 2002) Mırsal, Hasan; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Pektaş, ÖzkanSeçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSGİ) psikofarma kolojik tedavide önemli bir yer tutmaktadır. SSGİ'nin depresyon, bunaltı ve saplantı zorlantı bozukluklarının tedavilerinde etkili olduğu; yan etkilerinin de az olduğu gösterilmiştir. SSGİ tedavilerine bağlı seyrek fakat şiddetli kanama komplikasyonları olabilir. Bu grup ilaçlardan fluoksetinin ekimoz, kanama ve diğer hematolojik sorunlara neden olduğu bildirilmiştir. Yazının amacı; ekimotik lezyonların fluoksetin kullanımına bağlı olduğu düşünülen bir olguyu sunmak ve bu yan etki ile ilgili literatürü gözden geçirmektir. Olgu özeti: DSM IV ölçütlerine göre depresyon tanısı konan 23 yaşındaki kadın hastaya 20 mg/gün fluoksetin verilmiştir. Hasta, tedavinin onuncu haftasından sonra incinme olmadan meydana gelen ekimotik lezyonlar bildirmiştir. Tam kan sayımı, protrombin zamanı, kısmi trombop lastin zamanı, kanama zamanı ve diğer kan incelemeleri normal bulunmuştur. Hastanın fizik muayenesi normal olarak değerlendirilmiştir, ilacın kesilmesinden dört hafta sonra lezyonlar kaybolmuş ve bir ay sonra ilaç bir hafta kullanıldığında tekrar ortaya çıkmıştır. Değerlendirmelerin sonucunda lezyonların fluoksetin kullanımına bağlı olduğu düşünülmüştür. SSGİ bu etkilerini trombositler içine serotonin alımını engelleme yolu ile trombosit kümelenmelerini bozarak oluşturmaktadır. Trombosit fonksiyon bozukluğu ve trombositopeni olan hastalarda fluoksetin ve diğer SSGİ kullanımında dikkatli olunması önerilmektedir.Yayın Gamma glutamil transferaz düzeyi yüksek alkol bağımlılarının özellikleri(Galenos Yayınevi, 2006) Mırsal, Hasan; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Pektaş, Özkan; Genç, Yasin; Öztürk, Özgür; Köroğlu, Gültürk; Tan, Devran; Beyazyürek, MansurAmaç: Alkol kullanımını belirlemek için en sık kullanılan biyolojik belirleyici Gamma glutamil transferazdır (GGT). Kronik alkol kullanımı sırasında serum GGT düzeyleri sıklıkla artar. Bu artışın GGT yapımının artması ve/veya kronik alkol alımının karaciğer hücrelerini tahrip ederek GGT sızıntısı oluşturmasına bağlı olduğu sanılmaktadır Bu çalışmada serum GGT düzeyi yüksek ( >150 U/L ) olan bağımlıların sosyodemografik, klinik özellikleri ve laboratuvar bulguları araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya DSM-IV tanı ölçütlerine göre Alkol bağımlılığı tanısı ile kliniğe sıra ile yatan 104 hasta alınmıştır. Hastaların ayrıntılı sosyodemografik ve klinik özellikleri belirlenmiş, alkol bağımlılığının yaşam boyu şiddetini ölçmek için Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT) uygulanmıştır. Alkol kullanımının biyolojik etkilerini saptamak için hastalar ilk geldiklerinde aç olarak gamma glutamil transferaz, alanin amine transferaz (ALT), aspartat aminotransferaz (AST), ortalama eritrosit hacmi (MCV), total kolesterol, trigliserid, yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL), düşük yoğunluklu liporotein (LDL), çok düşük yoğunluklu lipoprotein (VLDL) ve ürik asit düzeyleri için kan alınmıştır. Hastalar GGT düzeylerine iki gruba ayrılmış (150 ve üzeri yüksek, altı düşük) ve istatistik işlemler bu iki grup arasında ki-kare, t-student testi kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Çalışmaya 85 (% 81,7) erkek 19 (%18,3) kadın hasta alınmıştır. Yaş ortalaması 43,84 (sd= 9,42)’dir. GGT düzeyi yüksek olanları oranı % 30,7 (n=32), düşük olanların ise %69,3 (n=72) olarak bulunmuştur. GGT yüksek olan grubun yaş ortalaması da yüksektir (42,41 sd=8,62; 47,00 sd=10,42). GGT yüksek ve GGT düşük grup arasında klinik özellikler açısından yapılan değerlendirmelerde gruplara göre ortalama ve istatistiki ifade; MATT (25.63 ss=4.20; 18.97 ss=3.57 t=8.30 p<0.01) yıl olarak alkol kullanma süresi (28.22 ss=9.22; 19.17 ss=9.56; t=4.41 p<0.01); yıl olarak sorun yaşama süresi (ortalama=13.06 ss=6.38; ortalama=8.97 ss=4.67 t=4.35 p<0.01)), günlük tüketilen standart içki miktarı (ortalama=14.69 ss=4.56; ortalama=11.58 ss=5.08 p<0.01) şeklinde olup anlamlı istatistiksel farklılık vardır. Biyolojik belirleyiciler açısından yapılan değerlendirmelerde gruplara göre sırasıyla ortalama ve istatistiki ifade; AST (78.19 ss=49.18; 34.34 ss=25.18 t=6.01 p<0.01); ALT (71.88 ss=54.82; 29.47 16.27 t=6.03 p<0.01); MCV (101.97 ss=2.36; 91.75 ss=2.53 t=19.40 p<0.01); total kolesterol (230.91 ss=94.21; 182.42 ss=40.23 t=3.69 p<0.01) şeklindedir ve bu değişkenler iki grup arasında anlamlı istatistiksel farklılık göstermektedir. Sonuç: Klinik özellikler açısından yaşam boyu alkol bağımlılığının şiddetinin GGT düzeyi üzerinde etkili olduğu, bu nedenle MATT’nin alkolün oluşturduğu biyolojik zararları tahmin etmede kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Biyolojik belirleyiciler açısından yapılan değerlendirmelerde AST, ALT, MCV ve Total kolesterolün GGT ile paralel yükseklikte bulunması biyolojik hasarların saptanmasında bu belirleyicilerin de kullanılabileceğini düşündürmektedir.Yayın Psikiyatri kliniğinde yatarak tedavi gören hastalarda alkol kullanımı(İdealonline, 2003) Pektaş, Özkan; Mırsal, Hasan; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Tan, Devran; Beyazyürek, MansurObjective: It is suggested that alcohol use is more prevalent among ‘psychiatric patients’ than it is in general population. The purpose of this study was to find out the prevalence of alcohol use among the patients in inpatient service of a general psychiatry clinic. Methods: To study, 100 patients who had been to inpatient our psychiatric clinics were included. The patients were diagnosed according to DSM-IV by a psychiatrist who was ‘blind’ in the study. The sociodemographic characteristics of the patients and the characteristics of their alcohol use were determined and evaluated by Michigan Alcholism Screening Test (MAST). Results: The rate of female patients 36% (n=36) and male patients were 64% (n=64). The mean age was 34.7±11.8 years, the duration of their illness was 3.8±4.2 years. The diagnoses based on DSM-IV were depressive disorder 36%(n=36), bipolar disorder I with manic episode 20% (n=20), schizophrenia 20% (n=20), and others (eating disorders, anxiety disorders etc.) 29% (n=29). MAST score was 3.8±6.8, 35% of patients (n=35) indicated no alcohol use in their life, 47% of patients (n=47) with a MAST score of 0-4 point defined alcohol use without any problem and 18% of patients (n=18) with a MAST score of over 5 point defined alcohol use with problems. Discussion: The rate of the alcohol use with problems was among the psychiatric patients was found to be higher than it was in general population. This could be considered in and could help in the treatment of the patients. Results suggest that alcohol use should be asked particularly and considered in psychiatric patients who are treated for psychiatric diseases other than alcohol use. (Anatolian Journal of Psychiatry 2003; 4:26-29)Yayın Remisyondaki alkol bağımlılarında kontrol odağı(Galenos Yayınevi, 2003) Pektaş, Özkan; Mırsal, Hasan; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Tan, Devran; Beyazyürek, MansurAmaç: Kontrol odağı, kişinin yaşamın kontrolünü nerede algıladığı ile ilgili kişilik özelliklerini içerir. Bu çalışmada remisyon sürecinde olan alkol bağımlılarındaki kontrol odağının sosyodemogafik klinik özellikler ile ilişkisi araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya; DSM-IV tanı ölçütlerine göre alkol bağımlılığı tanısı ile yatarak tedavi gören ve en az altı aylık bir süre tam remisyonda olan 102 hasta alınmıştır. Bağımlıların seçiminde; daha önce kliniğimizde uygulanan tedavi programına yatarak katılmış olmak, yatış sırasında ek başka bir psikiyatrik tanı almamış olmak, son bir aydan bu yana psikotrop bir ilaç kullanmamış olmak ölçütlerine uyulmuştur. Veri toplama araçları olarak; Sosyodemografikklinik veri formu, Rotter'in İç-Dış Kontrol Odağı Ölçeği (RİDKOÖ), Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDÖ-17 item-lik), Durumluk Sürekli Kaygı Envanteri (DSKE) kullanılmış ve toplanan veriler SPSS (Windows 6.0) programında analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 17 kadın (%16,6), 85 erkek (%83,4) bağımlı alınmıştır. Yaş ortalaması 44.5 (ss=6.1) yıldır. RİDKOÖ cinsiyetler arasında anlamlı farklılık göstermektedir (F=11.7 p<0.05). Kadınlarda daha yüksek bulunmuştur. RİD-KOÖ puanları ile HDÖ (r=0.5 p<0.001), Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri (r=0.4 p<0.001) ve hastanede yatış sayısı (r=0.27 p<0.05) arasında pozitif anlamlı korelasyon bağıntısı vardır, tedavi sonrası remisyon süresi ile korelasyon bağıntısı (r=-0.03 p<0.001) yoktur. Sonuç: Alkol bağımlılarında kontrol odağının sosyodemografikklinik özelliklerle ilişkisi vardır. Kadınlarda dış kontrol odağı özelliği sosyokültürel bir yansıma olabilir. Kontrol odağının remisyon üzerine de etkileri var gibi görünmektedir. Dış kontrol odağı daha sık nüks oluşturmakta ve remisyon süresi uzadıkça iç kontrol odağı özellikleri artıyor görünmektedir.Yayın Tedaviye dirençli majör depresyonu olan yaşlı hastalarda Olanzapin ekleme tedavisi: Bir açık çalışma(2003) Tan, Devran; Pektaş, Özkan; Beyazyürek, Mansur; Kalyoncu, Ömer Ayhan; Mırsal, HasanAmaç: Standart antidepresan ilaç tedavisine yanıt vermeyen hastalar için bir çok tedavi yaklaşımı vardır. Bunlardan birisi de ilaç ekleme tedavisidir. Bu çalışmada dirençli major depresyon tanısı alan 60 yaş üstü tedaviye dirençli hastalarda olanzapin ekleme tedavisinin etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma açık, kontrolsüz ve tek merkezlidir. Çalışmaya DSM-IV ölçütlerine göre yineleyici majör depresif bozukluk tanısı alan 60 yaş üstü 23 hasta alınmıştır. Dirençli hastalar, geriye doğru değerlendirmede farklı iki grup antidepresan ilacı yeterli süre ve dozda kullanmış olma ve son değerlendirmede 17 maddelik Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ)'nden 20'nin üzerinde puan alma ölçütü kullanılarak seçilmiştir. Birinci aşamada hastanın kullandığı antidepresan ilaç iki hafta süre ile en yüksek düzeye çıkarılmış (optimizasyon), ikinci aşamada olanzapin (10 mg/gün) ekleme tedavisi verilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 15 kadın (%65.2), 8 erkek (%34.8) hasta alınmıştır. Yaş ortalaması 65.5 (SS=5.6)'dir. Kullanılan antidepresanın optimizasyonu öncesi HDÖ ortalama puanı 25.6 (SS=3.1), sonrası 25.2 (SS=2.9)'dir. Olanzapin eklenmesinin birinci haftasının sonunda HDÖ ortalama puanı 15.8 (SS=1.9), dördüncü haftasının sonunda 12.6 (SS=2.1), altıncı haftasının sonunda 11.3 (SS=2.7) olarak bulunmuştur. Ortalamalar arası farklılıklar istatistiksel olarak anlamlıdır ( p<0.001). Altı haftalık olanzapin eklenmesi sonunda hastaların %65.2 (n=15)'sinde HDÖ puanlarında %50'nin üzerinde azalma olmuştur. Sonuç: Tedaviye dirençli depresyonu olan 60 yaş üstü hastalarda antidepresan tedaviye olanzapin eklenmesinin tedavi yanıtını güçlendirdiği saptanmıştır.Yayın Yatarak tedavi gören madde bağımlılığı (alkol ve alkol dışı) tanısı konan hekimlerin özellikleri(AVES, 2004) Ünsalan, Nesibe; Kalyoncu, Ö. Ayhan; Pektaş, Özkan; Mırsal, Hasan; Beyazyürek, MansurAmaç: Bu çalışmanın amacı, bağımlılık kliniğine yatarak tedavi için başvuran hastalar arasından bir meslek grubu olan hekimlerdeki bağımlılık özelliklerini araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya 1997-2002 yılları arasında, kliniğimizde bSM-IV tanı ölçütlerine göre Madde Kullanım Bozukluğu (bağımlılık/kötüye kullanım) tanısı ile yatarak tedavi gören toplam 4879 hasta içinden, mesleği hekim olan 41 hasta alınmıştır. Hastaların sosyodemografik özellikleri, kullandıkları maddeler, kullanım şekilleri, ek psikiyatrik ve dahili hastalıkları saptanarak tanımlayıcı oranlar değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 28 erkek (%68.3), 13 kadın (X31.7) hasta alınmıştır. Çalışmaya alınanların yaş ortalaması 38.0+10.61'dir. Madde kullanım bozukluğu olan hekimlerin genel hastane örneklemi içindeki oranı %0.84'tür. Çalışmaya alınan hekim hastaların 25'i uzman hekim (%61), 16'sı pratisyen hekimdir (%39). İlk kullanım yaşları alkol için 17.1±2.3, meperidin için 32.2+5.4 ve diğerleri (ilaç, kokain, esrar) için 28.4+4.8 yıl olarak bulunmuştur. Meperidin kullananlarda ilk kullanım gerekçesi, ameliyat ve/veya trafik kazası sonrası gibi tıbbi bir gerekçedir. İlaç kullananlarda da benzer şekilde ilk kullanımın hekim önerisiyle olduğu bildirilmiştir. Hastaların %78'i (n=32) tedaviye gelmelerinde iş yerinden aldıkları uyarıların etkili olduğunu bildirmişlerdir. Hastaların %58'i (n=24) daha önce ayaktan tedavi olduklarını belirtmiştir. Tartışma: İlk dikkati çeken bulgu cinsiyet dağılımının genel bağımlılık verilerine göre kadınlar açısından fazla olmasıdır. Klinik örneklemi içindeki hekim oranı ise "düşük" olarak değerlendirilmiştir. Alkol kullanım yaşı genel veriler ile koşut olarak değerlendirilmiştir. Kullanım gerekçeleri bir rasyonalizasyonun sonucu değil ise hekimlerde meperidin bağımlılığının tıbbi bir kullanımla çok yüksek olasılıkla ilişkili olduğunu düşündürmektedir. Tanımlayıcı ve ön çalışma niteliğinde olan çalışmamızın bulguları ülkemizdeki hekim bağımlılar ile ilgili olarak daha sonraki çalışmalarımız için önemli ip uçları sunmaktadır.